Rodos Konsolosluğumuzun Bombalanmasının 80. Yılı (18 Şubat 1944)

Rodos Konsolosluğumuzun Bombalanmasının 80. Yılı (18 Şubat 1944)

8 Şubat 1944 günü Ankara Ulus’ta, İkinci Meclis Binası’nın tam karşısında yer alan ve Türk siyasi hayatının birçok önemli olayına tanıklık etmiş olan Ankara Palas’ta, Alman Piyanist Gieseking onuruna Alman Büyükelçi Franz von Papen tarafından verilen yemekte, dönemin Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu ile von Papen arasında geçen konuşma sırasında Menemencioğlu von Papen’e “Türkiye müttefiklerle olan ilişkilerinin daha da kötüleşmesine izin veremez, bizi yakınlaştıracak bir yol bulmamız şart” demişti. Almanlar bu sözleri çok ciddiye aldılar.

1944 yılı başında Almanya için savaşın gidişatı aşağı yukarı belli olmuştu ama hala şiddetle direnmeye de devam ediyorlardı. Almanlar Afrika’yı bir önceki sene kaybetmiş, müttefikler İtalya’da ikinci cepheyi açmış ve 1944 başında İtalya içinde ilerleyerek Gustav Hattını zorlamaya başlamışlardı. Rusya cephesinde ise inisiyatif artık neredeyse tamamen Kızıl Ordunun eline geçmişti. O günlerde, editörü olduğu haftalık “Das Reich” gazetesinde Alman Propaganda Bakanı Dr. Joseph Goebbels “Savaşın öyle bir noktasındayız ki, artık bir buğday tanesinin ağırlığı bile zafer terazisinin doğrultusunu değiştirebilir” diyordu.

Savaş sadece savaşan ülkeleri değil, tarafsız kalmayı başarabilen ülkeleri de oldukça etkilemişti. Türkiye ve Portekiz gibi savaşın dışındaki ülkelerin içinde ise oldukça yoğun bir ajan faaliyeti devam etmekteydi. İşte bu ajanların en ünlülerinden birisi de Ankara’da Ekim 1943-Şubat 1944 arasında faaliyet gösteren Çiçero’ydu.

Arnavut asıllı Türk Elyesa Bazna (İlyas Bezna) – Çiçero

Arnavut asıllı Türk Elyesa Bazna (İlyas Bezna) geçmişte Fransız ordusunda görev yapmış ve bu sırada hırsızlık suçundan hüküm giymişti. Buna rağmen özellikle Fransızca bilmesi nedeniyle ilerleyen yıllarda çeşitli büyükelçiliklerde koruma ve şoförlük gibi çeşitli görevlerde iş bulabilmişti. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Alman Büyükelçiliği’nde savaş sırasında ise Yugoslavya Krallığı Büyükelçiliği’nde çalıştıktan sonra, 1943 yılında İngiliz Büyükelçiliğinde önce şoför olarak, sonrasında ise Büyükelçi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’in uşağı olarak çalışmaya başladı. Bu görevi sırasında da Büyükelçinin özel belgelerine erişim sağlayabildi ve 1943 Aralık ayından itibaren Almanlara bilgi vermeye başladı.

1943 Ağustos ayında Quebec’te toplanan konferansta İngiltere ve ABD, Türkiye’nin savaşa girmesinin bu aşamada erken olduğu konusunda anlaşmışlardı fakat konferans sonrasında Türkiye’den Almanya’ya olan krom sevkiyatının durdurulmasını istediler. Türkiye ekonomik olarak krom ticaretinin kritik önemde olduğunu ileri sürerek bu talebi reddetti.

Ekim ayının sonunda müttefikler bu sefer Moskova’da buluştular. Rus Dışişleri Bakanı Molotov bu toplantıda, Türkiye’nin savaşa muhakkak katılması gerektiğini ve bu sebeple gerekiyorsa zorlanması gerektiğini ısrarla belirtti. Ancak İngiltere ve ABD, Avrupa’da açılacak ikinci cephenin hazırlıkları nedeniyle Türkiye’nin askeri ihtiyaçlarını karşılayamayacaklarını, fakat bunun yerine Türkiye’den boğazlardan geçiş hakkı ve hava üslerinin kullanılmasının istenmesi yönünde talepkâr olunabileceğini Ruslara kabul ettirdiler.

Bu toplantıların tutanakları ile 4 Aralık 1943’te Kahire’ye, Churchill ve Roosevelt ile görüşmeye giden İsmet İnönü’nün müttefiklerle yaptığı görüşmenin çok gizli tutanakları da İngiliz Büyükelçiliğinde bulunuyordu. 13 Aralık’ta İlyas Bezna’nın Almanlara ulaştırdığı ilk belgelerde bu çok gizli tutanaklar da vardı. Almanlar, müttefikler ile Türkiye’nin savaşa girmesi için yapılan görüşmeleri, sivil kıyafetli İngiliz subaylarının eğitim ve casusluk amaçlarıyla Türkiye’ye sızdırılmasına göz yumulması taleplerini öğrenmişlerdi. Bununla birlikte, İngilizlerin 1944 Mart ayında Türkiye üzerinden Rodos’a çıkarma planlarının (Operation Hercules) olduğunu ve Türkiye’ye savaşa katılmasına dair kesin kararını bildirmesi için 15 Şubat’a kadar süre tanındığını da öğrenmişlerdi. Franz Von Papen anılarında, müttefiklerin Türk hava sahası üzerinden Romanya’yı bombalayacaklarını ve bu amaçla Batı Trakya’da uçaklara yol göstermek için radar üssü kurulması planlarının Almanları endişelendirdiğini yazmaktadır.

Sebep ne olursa olsun, Çiçero’nun sağladığı belgeler Almanları kuşkulandırmıştı ve kısa bir süre sonra Von Papen ile Numan Menemencioğlu bir görüşme yapmıştı. Görüşmede Von Papen, Türkiye tarafından gelebilecek böyle bir hamleye karşı Alman cevabının oldukça kanlı olacağını Türk Dışişleri Bakanına açıkça belirtmişti. Belgeler Türkiye’nin müttefik isteklerini yokuşa sürdüğünü, İngilizlerin Türklere savaşa girmesi yönünde yaptıkları baskılarında başarılı olamayacaklarını anladıklarını ve Balkanlara ve Rodos’a yönelik müttefik taarruzu planlarının uygulanmaktan vazgeçildiğini gösterse de Alman yüksek komutası ve Führer belgeleri işlerine geldiği şekilde yorumlamayı tercih ettiler. Hitler, 27 Aralık 1943’te yapılan toplantıda “Kırım’da büyük bir kriz yaşanacak ve bu kriz Türkiye’yi derhal etkileyecektir. Müttefikler Türklere 15 Şubat’a kadar savaşa girmeleri yönünde baskı yapıyorlar” demişti. Hitler, Kırım düşerse Türkiye’nin savaşa dâhil olabileceği fikrine kapılmıştı. Hitler’in düşündüğünün aksine Türkiye ise, müttefikleri oyalama politikasına devam ediyor ve onlardan istediği şartların yerine getirilmesinin mümkün olmayacağına ve böylece savaş dışında kalabileceğine güveniyordu.

Selahattin Ülkümen, eşi Mihrinisa Ülkümen ve hizmetçileri ile 25 Ocak 1943 günü zorlu bir yolculuk sonrasında yeni görev yerine, yanlarına alabildikleri kadar erzakla birlikte Ege’de bulunan Rodos Adasına ulaşmışlardı. 29 yaşındaki genç hariciyeci 1934 yılında Mülkiye’den mezun olmuş ve iki yıl aday memurluktan sonra 1936 yılında Dışişlerinde çalışmaya başlamıştı. İlk görev yeri olan Mısır’dan, geçirdiği mide rahatsızlığı nedeniyle erken dönmüş, iki yıl süreyle ikinci kez askerlik görevini yapmış ve sonrasında da Basın ve Enformasyon Dairesinde görev almıştı. Adada binlerce Türk yaşıyordu ve bu soydaşlarımızın varlığı savaş sırasında bile burada bulunan Konsolosluğumuzun kapatılmaması için önemli bir sebepti. Rodos Konsolosluğumuzda Selahattin Bey dışında sadece iki kavas daha görev yapıyordu. Hasan Başaran ve Hüseyin Mendirek isimli çalışanlar adada yaşayan iki soydaşımızdı.

Alman General Ulrich Kleemann

Rodos 1912 yılından beri İtalyan yönetimi altındaydı. Ancak savaşın gidişatı 1943 başlarında Almanların da adaya General Ulrich Kleemann komutasında hatırı sayılır ölçüde bir askeri yığınak yapmalarına sebep olmuştu. 8 Eylül 1943 günü İtalyanlar müttefiklere teslim olunca, ertesi gün sabahın ilk saatlerinde Kleemann ani bir saldırı ile 3 gün içinde adanın kontrolünü ele geçirdi. Adada hem müttefik bombardımanları hem de gıda krizi hayatı iyice zorlaştırıyordu.

Savaşın gidişatı düşünüldüğünde, Almanya için Türkiye’nin tarafsızlığı artık eskisinden daha da önemliydi. Bu sebeple, Naziler Türkiye’yi savaş dışında tutabilmek için her yolu deneyebilirlerdi. Nitekim 1944 yılının şubat ayı başlarında Rodos Konsolosluğumuzun üzerinde sıklıkla Alman uçakları yakın uçuş yapmaya başlamışlardı. Konsolosluk binamızın karşısında bulunan binanın ise çatısı havadan görülebilecek şekilde beyaz kiremitlerle kaplanmıştı. O günlerde Selahattin Bey bu gelişmelere bir anlam verememişti.

18 Şubat 1944 Cumartesi, hava günlük güneşlik, ılık bir yaz günü gibiydi. Mihrinisa Hanım hasta olduğu için konsolosluğun üst katında dinleniyordu. Hizmetçileri de o sırada onunla birlikteydi. Sirenler çaldığında Selahattin Bey alt katta çalışma odasında, konsolosluğun iki kavası Hasan Başaran ve Hüseyin Mendirek ise bahçede oturuyorlardı. Selahattin Ülkümen gündüz vakti, bu açık havada ne olduğunu merak ederek dışarı çıktı. Mihrinisa Ülkümen ve hizmetçisi aşağı inmediler. Hasan Başaran ve Hüseyin Mendirek ise bir rivayete göre değerli eşyaları alabilmek için üst kata çıktılar, bir başka rivayete göre ise binanın bodrum katına sığındılar. Bu sırada gökyüzünde uçak sesleri yankılanıyordu.

Aniden bir patlamayla ortalık toz duman oldu. Selahattin Ülkümen patlamanın şiddetiyle bayıldı. Kendine geldiğinde, büyük bir çam ağacının yanına düştüğünü ve sol bacağından yaralandığını fark etti. Nerenin bombalandığına dair bir fikri yoktu ama yakındaki Terme Oteli’nin bombalanmış olması olasıydı. Ancak toz duman dağılınca konsolosluk binasının büyük ölçüde yıkıldığını gördü. Eşi, hizmetçileri ve iki kavas binanın içindeydi. Telaşlandı. Binaya doğru hareketlendiğinde, muhtemelen aynı uçak, tekrar gürültüyle binaya doğru pike yapmaya başladı. Kendini yere attı ancak bu sefer herhangi bir patlama olmadı. Uçak binanın üzerinde bir kavis yapıp, bölgeden uzaklaştı. Aklında sadece binadan kimsenin sağ çıkamayacağı fikri yankılanıyordu. Zorlukla tekrar ayağa kalktı. Dizindeki ağrı, olayın ilk şokunu atlatınca, daha belirgin hale gelmişti. Mendiliyle yaranın üzerini sardı ve o sırada enkazın arasından zorlukla kendisine doğru gelen iki kişiyi fark etti. Eşi ve hizmetçisi kanlar içinde yürümeye çalışıyorlardı. Hemen Regina Helena Hastanesine gittiler. Hizmetçileri kafasından yaralanmıştı. İtalyan doktorlar, Mihrinisa Hanım’ın omurga kemiklerinde kırık olduğunu ve maalesef tam bir tedavisinin mümkün olmadığını söylediler.

Selahattin Bey Almanlardan bölgeyi hemen kordon altına almalarını ve enkaz için yardımlarını istemesine rağmen bölgeye sadece birkaç itfaiyeci geldi. Enkaz altından iki kavas, Hasan Başaran ve Hüseyin Mendirek’in parçalanmış ve birbirlerine karışmış halde cesetleri çıkmıştı. Alman isteklerine o kadar direnildikten sonra, Rodos Konsolosluğu böyle trajik bir şekilde kapanmıştı.

Savaş ortamında haberleşmek çok güçtü. Türkiye’ye Rodos Konsolosluğunun bombalandığı haberi gelmişti fakat alınan bilgi Selahattin Bey’in, Mihrinisa Hanım ve hizmetçisinin da bombalanma sırasında hayatlarını kaybettikleri yönündeydi. Gerçeğin aksine, kızının ve damadının öldüğü bilgisini alan Mihrinisa Hanım’ın annesi, bu acı fakat yanlış habere dayanamayarak üç gün sonra intihar etti.

Bombalanma haberleri basında ilk olarak, Türkiye’de Alman propagandası amacıyla basılmakta olan “Türkische Post” gazetesinde çıktı. Gazetenin iddiası bombardımanın İngilizler tarafından yapıldığıydı. Ancak gerçekler kısa süre sonra diğer gazetelerde yazılmaya başlandı ve aslında konsolosluğun Almanlar tarafından bombalandığı gerçeği ortaya çıktı.

Selahattin Ülkümen savaşın ortasında, yaralı ve ağır bir depresyon ile boğuşan eşiyle birlikte yine yaralı olarak kurtulan hizmetçileriyle Rodos’ta kalakalmıştı. Bunun üzerine şehre 10 km uzaklıkta, Alman işgali sonrası evini bir Türk bahçıvan ve eşine emanet edip adadan kaçmış bir İtalyan’ın villasına sığındılar. Selahattin Bey’in yaralı eşini ve hizmetçilerini Türkiye’ye göndermek için Dışişlerine çektiği telgraflar cevapsız kaldı. Rodos’ta bir başlarına kalmışlardı.

Ertesi Pazar günü, iki emektar kavas Hasan Başaran ve Hüseyin Mendirek’in parçalanmış bedenleri, tam teşhisleri bile yapılamadan Rodos’ta, Osmanlılardan kalma Gani Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Maalesef devlet geride kalan acılı ailelere hiçbir yardımda bulunmadı. Hasan Başaran’ın mezarı geçtiğimiz yıllarda Rodos Konsolosluğumuz tarafından restore edildi ancak Hüseyin Mendirek’ in mezarı ise yapılan çalışmalara rağmen halen bulunamadı.

Yazar: Dr. Dt. Tuncer Karaman, Periodontoloji Uzmanı, Ankara, 17 Şubat 2024  

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir