Sağduyu – Hayatımızı Değiştiren Kararları Nasıl Alırız?

Sağduyu – Hayatımızı Değiştiren Kararları Nasıl Alırız?

Büyük insanlar dinlemeyi tekellerine alır. Küçük insanlar ise, lafı yere düşürmeyecek şekilde, konuşmayı tekellerine alır.

Karar alabilme olgusu hemen aklıma “Buridan’ın Eşeği” (Buridan Uslamlaması)  mottosunu çağrıştırır bende… Bu eski felsefi paradoksta, aynı ölçüde güzel kokan iki balya kararsız Kasım samanın arasında kalan bir eşek, hangisini seçeceğine karar veremediği için açlıktan ölür! Bizdeki “” tiplemesi…

Herhangi bir konuda sağlıklı veya sağlıksız karar alabilmek-verebilmek hiç de kolay bir uğraş değildir insan yaşamında. Hollandalı bilim insanlarının ispatladığı gibi, zor konularda karar vermemiz gerektiğinde bir süre başka şeyler düşünüp daha sonra seçim yapmamız faydalı olabilir.

S. Freud’a “kararları nasıl verdiği”sorulduğunda ilginç bir cevap vermiştir: “Önemsiz bir konuda karar vereceğim zaman artıları ve eksileri tartarım. Önemli kararlarda ise bilinçdışımı dinlerim.”

Bilinç sadece dikkat ettiği yeri aydınlatan bir lambadır.

Ancak Düşünmek”, zifiri karanlık bir odayı aydınlatmaya benzer. Bilinçli düşündüğümüz zaman bir el feneri kullanırız. Sadece feneri tuttuğumuz yer aydınlanır. Aydınlanan yerdeki detayları çok net görürüz. Öte yandan odanın gerisi karanlıkta kalır.

Sezgilerimiz ise tavandaki düşük mumlu bir ampule benzer, Odanın her yeri, loş bir şekilde de olsa aydınlanır. Her şeyi görürüz. Bu yüzden sezgilerimiz, bilincimizin gözden kaçırdığı “büyük resmi” görebilir.

Aklımızı ve gerektiğinde de sezgilerimizi kullanarak düşünce ve fikir üretebilmek için bilgiye ulaşabilmek öncelikli amaçtır. Bilgi ve kullanılacak veri olmadan ne sağlıklı düşünce ne de sezgi üretebiliriz. Bu yönüyle konuya yaklaştığımızda, kulaklarımız bilginin giriş kapılarıdır. Onlar zihnimizi bir bakıma hammadde ile besler. Bu hammaddeler de yaratıcı güce dönüştürülebilir. Salt konuşmakla hiçbir şey öğrenemeyiz. Ama sorup dinleme ile öğrenmenin sınırı yoktur. Ayrıca şuna dikkat edilmeli: Hangi meslekten olursa olsun üst düzey liderler zamanlarının çoğunu öğüt almaya harcar, öğüt vermeye değil. Üst düzey bir yönetici bir karar almadan önce sorar, “siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”, “siz ne önerirsiniz?” “Bu şartlar altında siz ne yapardınız?”, “Bu size nasıl görünüyor? Vb.”

Hayatımızı değiştiren kararları alırken şu faktörleri hep göz önünde bulundururuz:

  • Neleri önemseriz, neleri göz ardı ederiz?
  • Doğru kararlar almak için geleceğe mi bakacağız, bilimin sunduğu teknikleri mi kullanacağız, yoksa kalbimizin sesini mi dinleyeceğiz?

“Ömrümün ilk çeyrek yüzyılının çoğunu okulda geçirdim ve bu süre içinde ders programında ‘karar alma’ üzerine tek bir ders bile hatırlamıyorum. Hocalarım bana dilbilgisi, kimya, matematik, Avrupa tarihi, postmodern edebiyat teorisi, film çalışmaları öğrettiler ama bir kez bile hocalarımdan biri kürsüye çıkıp sağduyulu kararların nasıl alınabileceğini anlatmadı. Okulda öğrendiğim ıvır zıvır hakkında mızmızlanacak değilim, farklı disiplinlerin muğlak alanlarından kendime anlamlı bir kariyer yarattım. Ancak sınıfta geçirdiğim zamanın en azından birazının ‘karar alma sanatına’ adanmış olmasını dilerdim.” derken, Steven Johnson, Charles Darwin’in evlenme kararından önceki muhasebesinden tutun da ABD’nin Bin Ladin operasyonunun arka planına kadar birçok önemli kararın nasıl alındığını açıklayıp anlatırken yaşadığımız çevrenin ve uygarlığın dönüşümüne yönelik adım atabilmemiz için iklim krizi, çevresel adalet gibi konularda karar alma becerilerimizi masaya yatırarak, bir bakıma hatalarımızı deşifre ediyor.

İşte, karar alma mekanizmalarını her yönüyle inceleyen, davranışsal psikolojinin araçlarıyla bizlere yepyeni yöntemler ve yaklaşımlar öneren ve yaşamlarımızda yeni rotalar çizip yeni düşünme pratikleri geliştirebilmemiz için ipuçları vererek, ufuk açıcı bir incelemeyle karşımıza çıkan Steven Johnsonun, Ülkemizde ilk basımı Ağustos 2020’de yapılan “Sağduyu-Hayatımızı Değiştiren Kararları Nasıl Alırız? Farsighted: How We Make the Decision that Matter the Most” adlı eserinden öne çıkan birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.

*Bazen belirsizliklere çok fazla yatırım yapmak Hamlet gibi arafta kalmamıza sebep olabilir. Amazon’un kurucusu Jeff Bezos belirsizlikler içeren konularda karar alırken ünlü “% 70 kuralını” uyguluyor. Seçimden % 100 emin olmayı beklemek yerine-mantığın sınırları düşünüldüğünde % 100 hiçbir zaman erişilemeyecek bir sınır olabilir-belirsizlik düzeyini % 30’a indirdiği anda kararını verip harekete geçiyor.

*Bir kararı anlamak bilgelik gerektirir, kişisel deneyimlerinizden arkadaşlarınızın anlattığı anekdotlara, çalışma arkadaşlarınızdan klinik çalışmalar yapan bilim insanlarına, bu kararlar geçmişte karşı karşıya kalınmış zor dönemeçleri anımsatır. Ancak verilebilecek kararın her yönüyle geçmiş kararlarınızdan nasıl ayrıldığını ve onun kendisine has özelliklerini takdir edebilmek de bilgelik gerektirir. Bu kitabın hipotezi bu türden bir görme biçiminin öğretilebilir olduğudur.

* Bizler, herhangi bir sebepten ötürü bildiğimiz değişkenlerin bilmediklerimizden çok daha önemli olduğunu düşünmeye meyilliyizdir. Bu durum, sarhoş bir adamın kaybettiği anahtarlarını düşürdüğü yerde değil de daha aydınlık olduğu için sokak lambasının altında aramasına benziyor. Bilinen bilinmezleri aşmak için uygulanabilecek en iyi strateji ekibinizi genişletmek ve çeşitlendirmek olmalıdır.

*Gerçek şu ki bizler insan türü olarak iki bin yıldır, belki daha uzun süredir teknolojimizin izin verdiği kadar yıkıcıyız. Şüphesiz bazı sanayi öncesi topluluklar nerede yaşayıp ne yiyeceklerine karar verirken “doğa dengesini” gözettiler. Ancak bugün de insanlık tarihi boyunca olduğu gibi kısa süreli ihtiyaçlarımızı karşılamak için doğal kaynakları kurban etmeye aynı ölçüde hazırız.

*Bilimsel yöntemlerle yapılan çalışmalar da belirsizliği kabul ederek ilerler. Richayd Feynman “Her Şeyin Anlamı” kitabındaki meşhur pasajda bu durumu şu cümlelerle ifade eder:

Eğer bir bilim insanı size cevabı bilmediğini söylüyorsa bilgisizdir. Cevabın ne olduğuna dair bir tahmini olduğunu söylüyorsa kendinden emin değildir. Eğer cevabın ne olduğunu bildiğini söylüyorsa “İddiaya girerim ki başarıya ulaşacağız,” diyorsa hâlâ içinde biraz şüphe vardır. Bilgisizliği ve şüpheyi fark etmek ilerleme kaydedebilmemiz için son derece önemlidir. Çünkü içimizde şüphe varsa yeni yollar ve fikirler aramaya başlarız. Bilimde başarı yalnızca ne kadar çok gözlem yaptığımızla değil, ne kadar test edilebilecek yeni şey ürettiğinize de bağlıdır. Eğer farklı yönlerde ilerleme isteğimiz ya da yeteneğimiz olmasaydı, eğer şüphe duymasaydık ya da bilgisizliğimizi fark edemeseydik yeni fikirler üretemezdik.

*1990’ların ortasında Iowa Üniversitesi’nde PET makineleri kullanarak beyin ve hafıza araştırmaları yapan Nancy Andreasen[1] bulgularında alışılmadık bir şey fark etti. Çalışmaya göre beyin “pasif” durumdayken zihinsel aktiviteler azalma göstermiyordu. Aksine, Andreasen’ın katılımcılara hareketsiz bir şekilde oturmalarını ve hiçbir şey yapmamalarını söylemesi, katılımcıların beyinlerinde özel bir aktif uyan örüntüsü tetikliyor gibiydi. 1995’te yayımlanan bir makalede Andreasen bu örüntüye dair bir detaya daha işaret etti: Pasif haldeyken beyinde aydınlanan sistemler insan olmayan primatların beyinlerinde bu kadar gelişmemişti.  “Görünen o ki beyin/zihin özgür ve engelsiz bir şekilde düşündüğünde,” Andreasen’in tahminine göre, “en karmaşık ve insani parçalarını kullanıyor.”

*Teknolojinin ortaya çıkardığı şey, hayal kurmanın çok enerji gerektirdiğini ortaya çıkarmak oldu. Düşler alemine dalıp gidiyormuşuz gibi hissettiren şey aslında sinirsel faaliyet düzeyinde yapılan bir antrenmandır. Ve tesadüf o ki, bu antrenmana katılan beyin bölgeleri yalnızca insan beynine mahsustur. Peki, beyinlerimiz masum ve verimsiz görünen hayal kurma işine neden bu kadar kaynak vakfediyor? Sonunda gelecek odaklı olmanın varsayılan mod ağının karakteristik özelliklerinden biri olduğu ortaya çıktı. Zihnimizi serbest bıraktığımızda zihnimiz doğal olarak bizi bekleyen hayali senaryolara koşuyor.

* İnsan olmayan hayvanların gelecek düşüncesine sahip olup olmadıklarını kesin olarak bilmiyoruz. Bazı organizmalar uzun vadeli planlar yaptıklarını düşündüren davranışlar sergiler -sincabın kış için fındık gömmesi gibi- ama bu davranışların hepsi değil, içgüdüsel ve genler tarafından şekillendirilen davranışlardır.

Hayvanların zaman algısını gözlemleyen ileri düzey araştırma sonuçları, çoğu hayvanın bilinçli olarak yalnızca dakikalar sonrasını planlayabildiğini gösterir. Gelecek tahminlerine dayanarak aylar, yıllar sonrası için karar almak -aralık ayında yaz tatilini planlamak kadar basit bir şey bile- en yakın primat akrabalarımız için bile hayal edilemez bir özelliktir. Gerçek şu ki, ufuktaki hadiseler üzerine tahminde bulunuyoruz ve bu tahminler hayatımız boyunca yaptığımız seçimleri yönlendiriyor. Eğer öngörü yeteneğimiz olmasaydı bambaşka bir tür olurduk.

*Siyaset bilimi profesörü Philip Tetlock uzmanların ve entelektüellerin katıldığı şu meşhur tahmin etme turnuvalarını düzenledi. Tetloc haber döngülerindeki günlük dalgalanmaları değil, daha yavaş ilerleyen ve mühim olan değişiklikleri ölçmeye çalışıyordu. Katılımcılardan beklenen tahminlerin bazıları gelecek yıl içerisinde gerçekleşecek olaylarla ilgiliydi ama gelecek on yıla bakmalarını isteyen sorular da vardı. Soruların çoğu tabiatı gereği ekonomik ve jeopolitikti. Gelecek on yıl içerisinde Avrupa Birliği üyelerinden biri ayrılacak mı? Gelecek beş yılda ABD ekonomisi gerileyecek mi? [2]

* Beyinlerimiz, doğal olarak dünyanın nasıl işlediğini düşünüyorsak ona göre sonuçlar üretir. Bu tuzakları önlemek için zihninizi, varsayımlarınızı sarsan ya da onlara uymayan alternatif anlatılarla, olay örgüleriyle düşünmeye itmeniz gerekiyor. Eğer insanlara basitçe ne olacağını -ve nedenini- sormak yerine onlara kesinlikle X olayının gerçekleşeceğini söyler ve sebebini açıklamalarını isterseniz, sundukları modeller daha detaylı ve yaratıcı oluyor. Klein’in deneyimine göre premortern bir karardaki potansiyel kusurları ortaya çıkarmakta çok daha etkili bir yöntemdir. Bir dizi bilişsel alışkanlık -bilinene dayalı tahminden aşırı özgüvene ve doğrulama önyargısına kadar- bir kararı aklımıza koyduğumuzda onun potansiyel çukurlarına karşı bizi kör etmeye meyillidir. Kendimize, “Bu planda gözümden kaçan kusurlar var mı?” diye sormak yetersiz kalır. Kendinizi kararın felaketle sonuçlandığı senaryolar hayal etmeye zorlarsanız, kör noktaları ve yersiz güven hissini aşabilirsiniz.

*Usame bin Ladin’in cansız bedenini taşıyan Black Hawk helikopteri sabaha karsı 02.00’da Jalalabad’a indiğinde McRaven CIA’in bölüm şefi, bedeni adamakıllı teşhis etmek için yatırdıklarında, tüm planlamalara rağmen Bin Ladin’in boyunu doğru ve kesin bir şekilde ölçebilmek için yanlarında mezura getirmeyi unuttuklarını fark ettiler. (Bin Ladin’in boyunun 1.93 cm olduğu biliniyordu. Bu boylarda birini bulup Ladin’in cansız bedeninin yanına uzanmasını isteyerek aşağı yukarı bir ölçüm yapmış oldular.) Haftalar sonra Başkan Obama, McRaven’i görev planına katkılarından dolayı tebrik etmek için ona bir plaket takdim etti. Plakanın üzerine, McRaven’ın öngöremediği çok az detaydan biri olan mezura resmi işlenmişti. McRaven ve diğer analistler, kararı ve tüm karmaşıklığı şaşırtıcı derecede detaylı bir öngörüyle haritaladılar, tesisi ve duvarları santim santim santim ölçtüler. Unuttukları yegâne şey Bin Ladin’in boyunu ölçmek için kullanacakları o mezura oldu.

* METl karşıtı hareket, eğer akıllı yaşam formlarıyla iletişime geçmeyi becerebilirsek, mektup arkadaşlarımızın doğal olarak bizden çok daha gelişmiş olacağını varsayıyor. (Daha az gelişmiş bir medeniyet sinyallerimizi yakalayamayacaktır ve bizimle aynı teknolojik düzeyde olan başka bir medeniyetle iletişime geçmemiz de şaşırtıcı bir tesadüf olurdu.) İşte bu asimetri çok sayıda ileri görüşlü düşünürü METl’nin kötü bir fikir olduğuna ikna ediyor. Gelecekte insanlığın köleleşeceği fikri çoğunlukla METl eleştirmenlerinin hayal gücüne dayanır. Örneğin Stephen Hawking 2010’da bir belgesel serisinde şunları söylemişti: “Eğer uzaylılar bizi ziyaret ederse sonuç Kolomb’un Amerika’ya ayak bastığındaki gibi olacaktır. Kolomb’un adımı Amerikan yerlileri için pekiyi sonuçlanmadı.”

*Yıllarca süren tartışmalardan sonra SETI topluluğu, uzaydan gelen anlaşılabilir bir mesaja rastlanması durumunda bilim insanları ve resmî kurumların izlemesi gereken bir prosedür yayımlandı. Protokol özellikle “uygun uluslararası müzakereler gerçeklesene kadar dünya dışında yaşamın varlığını gösteren sinyallere ya da diğer kanıtlara karşılık verilmemesini” buyuruyordu. Ancak bizim yıldızlararası iletişimimizi yönlendirebilecek buna benzer ilkeler henüz oluşturulamadı.

* Çoğu Amerikalı ve Avrupalı ölümü “tedavi etmek” yerine daha uzun ve anlamlı bir hayatı tercih edeceklerini söyleyecektir. Ancak ölümsüzlük teknolojik kapasitemizin başarabileceği bir şey ise -ki elimizde en az öyle olduğunu ileri süren ikna edici kanıtlar var- ölümsüzlüğü engelleyecek donanıma sahip kurumları yürürlüğe koymamıza gerek olmayabilir. Sonsuza kadar yaşama seçeneğimiz olsun istiyor muyuz? Bu küresel ve tüm türleri ilgilendiren bir karar olurdu.

* Yapay Zeka’nın önde gelen bilim insanlarından Bostrom şunları söyler: “Bizi biyolojik açıdan mümkün olan en zeki tür olarak görmek şöyle dursun, teknolojik bir medeniyet başlatabilmiş en beyinsiz tür olarak değerlendirmek daha doğru olur. Kesinlikle zekâmıza en ideal biçimde uyum sağladığımız için değil, buraya herkesten önce vardığımız için bu konumdayız.”

Öncelikle yapay zekâ bilinçli (ya da Terminatör’ün söylediği gibi “özfarkındalık” sahibi) olmayabilir. Süper zeki bir yapay zekâ, bir çeşit alternatif bilinç geliştirebilir ve bu bilinç büyük olasılıkla bizimkinden tamamen farklı olacaktır. Yapay zekâ aynı zamanda kocaman bir anlamsız hesaplamalar ve uzun vadeli planlar toplamına da dönüşebilir ama benlik bilinci eksik kalabilir. İkinci olarak, yapay zekânın insanlığı yok etmesi için bir anda şeytan kesilmesine hırslı ya da kindar olmasına (ya da insanların sahip olduğu herhangi bir duyguya) gerek yoktur.

*Yapay zekâ cininden dilek dilemeye devam ederken onu nasıl şişenin içinde tutabilirsin? İnsanlar gerçekten süper zeki bir yapay zekâ geliştirip aynı zamanda bir kaçış planının küresel bir krizi tetiklememesi için yapay zekâyı güvenli bir şekilde belli sınırlar içinde tutabilir mi? Bostrom’un etkileyici sunumuna göre sorun göründüğünden daha büyük ve bunun temel sebeplerinden biri de insanların kendilerinden katbekat ileri bir zekâdan birkaç adım ötesini düşünmeye çalışacak olmaları. Yapay zekâyı muhafaza etmeye çalışan insanlar fare kapanı icat edilmesini önlemek için plan yapan farelere benziyor.

Yazan ve Derleyen Halit Yıldırım, 10 Aralık 2020, Antalya

1.Nancy C. ANDREASEN -CESUR YENİ BEYİN-Genom Çağındaki Fetih: Ruh Hastalıkları

2.Philip TETLOCK -SÜPER TAHMİN-Super forecasting

Share This
COMMENTS

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir