
Yakındoğu’nun Önemli Sorunu!
Akıl yürütmenin gerekliliği sonucu ortaya çıkan “Kelam” İslam Coğrafyasında iki türlü değerlendirilir. Bunlar, söz anlamındaki “lafzi kelam” ve “akılsal/zihinsel kelam” olarak ifade edilebilir.
Görülüyor ki aslında akıl yürütme ile ilgili olarak değerlendirilmezden evvel, kelam kavramı sadece “isim” bağlamında kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içerisinde, İslam düşünce sisteminde akıl yürütme “itikadi ve hukuki” olarak iki şekilde kullanılmaya başlayınca bir akıl yürütme disiplininin adı olmuş ve bu disiplinin mensuplarına da “mütekellim” denmeye başlanmıştır.
İtikadi sözünü özellikle “iman” kavramı ile ayrı düşünülerek değerlendirilmesi gerektiği yolundaki kanaatimi burada bir defa daha vurgulamak gerekmektedir. Özellikle IX. yüzyılda çeviri hareketlerinin hızlandığı Abbasi Devleti’nin yayılma dönemindeki farklı kültürel etkileşimlere değin “bilimsel kaygıdan” ziyade “itikadi endişeler” daima ön planda olduğundan bu anlayış yönetsel plana da yansımıştır. İtikadi endişe kavramın daha sonra “neosufizm” olgusu ile puriten bir yapıya dönüşerek devlet aygıtı ile iç içe geçmiş eski tarikatların mutasyona uğradığı cemaat yapılarını kurgulamıştır.
Kanaatimce bu bağlamda, neosufizm ve sufizm birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Sadece kronolojik olarak değil “SUFİZM” kelimesinin ifade ettiği öz bakımından da son derece farklıdır. Buna bağlı olarak, Tasavvuf anlayışı ile ilgili klasik sufizm olgusu neosufizm ile birlikte ifade edilmeyecek kadar farklı bir anlayıştır. Neosufizm klasik olarak, orta çağda Horasan okulunun içinde Emevî Arap İslam zulmüne reaksiyon olarak oluşan kurumsal tarikat adı verilen yapılanmaların temsil ettiği kökeninden kopmuştur. Zaman içerisinde dejenere olarak, orta çağlardaki kökenini önemli ölçüde aldığı Neoplatonizm’den ve İşrakiyyun düşüncesinden tamamen kopmuş mistik bir karakter de kazanmıştır. Bir başka değişle Sufizm-Tarikat ilişkisi, XVIII. yüzyılda Neosufizm-Cemaat ikilisi tarafından klasik Tasavvuf anlayışının “Hanbeli kökenli Vehhabi puriten İslam Radikalizminin” içinde yok edilerek “nesh” edilmiş formudur. Bu kelimeyi özellikle kullanmak istememin nedeni “nesih” eski bir yapılanmanın tamamen yok olarak suret değiştirmek suretiyle toplumda kabul görmesi siyasallaşması eski köklerinden tamamen uzaklaşmasını ifade etmek amaçlıdır. Yani Sufizm ve onun konformist kurumu olan “tarikat kavramları” -nesh edilerek- yerini neosufizm ve cemaat olgusuna terk etmiştir,
Cumhuriyet devrimi bu konuyu çok teşhis ettiği için Tekke ve Zaviyeleri kapatmıştır. Zira bu dejenerasyondan hiçbir tarikat olgusu (Nakşibendiyye, Kadiri, Cerrahi, Rufai, Mevlevi, Bektaşi vb.) istisnasız bir şekilde kendisini kurtaramamıştır. Bu yüzden cemaat olgusunun, günümüz yakın doğusunda konformist hale gelerek siyasetle iç içe olmak suretiyle evvelkinden çok farklı bir mecraada, puriten Hristiyanlık yönlendirmesinde yürümekte olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan İslam Coğrafyasındaki birçok düşünce akımının tartışıldığı temel konunun Kur’an-ı Kerim’in Tanrısal Kelam/Logos anlamında öncesiz/sonsuz veya sonradanlığı (hudûs) sıfatlarının temelinde yapılan tartışmalara neden olmuştur. Bu da başta Mutezile, Eşari, Maturidi düşüncesi ile Hanbeli akımına mensup olanlar ve Fıkıh konusunda bir metodoloji kurulmasındaki etkinliği konusunda birçok müellifin hemfikir olduğu Şafi düşüncesinin yolunu tutanlar arasında görüş ayrılıklarını da beraberinde getirmiştir.
Bilgi üretmek ve muassır medeniyetler düzeyine yükselmek istiyorsak sorgulamak, analiz etmek, eleştirel okumak ve eğitimin merkezine bilen insanı oturtan, özgürlüğe önem veren eleştirilmekten korkmayan bir hümanist eğitim tarzını benimsemek zorundayız.
Yazar Prof. Dr. Mahmut Can Yağmurdur, Ankara, 22 Temmuz 2023